top of page

Terbiye ve saygı kelimelere hapsolursa

  • Ömer Yıldırım
  • 22 May 2021
  • 5 dakikada okunur

Bizler duygularımızla mı iletişim kurarız yoksa kelimeler mi? Kelimelere yüklediğimiz duygularımız ile iletişim kurmaya çalışıyoruz. Peki, düşünmeden duygusuz yapay sadece kelimelere sığınsak nasılsa onların taşıdığı bir anlam var diyerek nasıl olur acaba? Bu sorunun cevabı aslında her an gözümüzün önünde, yaşamaktadır. Eğitim ve öğretim, maarif, saygı bunların başına bir de milli ifadesi gelince sırf bu tabelalar ile kapıları açmaya çalışırız. Oysa bu kavramlar belli değerler ve duygular ile anlam kazanabilir sadece.


Şimdi biraz irdelemeye çalışalım. Eğitim ve öğretim talim ve terbiyenin günümüze taşınan halidir. Talim-öğretim Terbiye-eğitim. Genelde yapılan işe eğitim denir iken (dil eğitimi, fizik eğitimi, tiyatro eğitimi) bunu uygulatana neden öğretmen denmektedir. Talim Arapça “ilm” sözünden gelmektedir. İlmi sağlama eylemine talim, bunu uygulayana alim, bunu öğrenmek için talip olana ise talebe denir. Terbiye ise talimden yani öğretimden ufak bir nüans ile ayrılmaktadır. Terbiye de Arapça “rab” sözünden gelmektedir büyütme, yetiştirme ve geliştirme demektir. Mürebbi ise bunu gerçekleştiren aynı zamanda Allah’ın isimlerinden biridir. Bazı besinleri suda yumuşatırken de “terbiye etmek” deyimi kullanılır. Maarif ise Arapça bilgi beceri marifet sözünün çoğuludur. Aslında uygulanan sistemin genel ismi olarak kullanılır. Maarif zamanla günümüze Milli Eğitim olarak gelmiştir. Dolayısı ile “ilim” (talim) ve “rab” (terbiye) kök sözcüklerini bir bütün olarak uygulayabildiğimizde ancak Maarife ulaşabiliyoruz. Bu bilgiler ışığında saygılı olmak ve saygı ifadeleri üzerinde biraz duralım.

Saygı kelimesi Türk Dil Kurumunda şu şekilde anlamlandırılmıştır: 1. Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram: 2. Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu. Hürmet sözü Arapçada kutsallık dokunulmazlık manasındadır. İhtiram ise hürmet gösterme yasağa uyma demektir. Aslında saygıda bir iletişim özeni ve hassasiyet gerekmektedir. Peki bizler bunu nasıl uygulamaktayız. Mevzu dil olunca belli başlı kelimeler imdadımıza yetişmektedir. Her toplumda ‘kim, kiminle, nasıl konuşmalı?’ veya ‘kime, nasıl hitap edilmeli?’ soruları cevaplarını aramaktadır.

Dünyada birçok dil, konuşanın (hitap eden), dinleyenin (muhatap) ve kendinden bahsedilen kişinin toplumsal statülerine göre farklı dilbilgisel yapıların zıtlığından faydalanarak mütevazılık, nezaket, sevgi, saygı ve tazim ifadeleri ortaya çıkarmıştır. Dilbilimsel olarak ‘honorific’ (yüceltici) sistemler diye adlandırılan bu yapılar, kelime anlamı bakımından ‘tazim, ululama, saygı ifadesi, şeref payesi’ manasındadır. (David Crystal 1997: The Cambridge Encyclopedia of Language, Cambridge: University of Cambridge Press. 186)


Saygı veya kibarlık denildiğinde genelde ikinci çoğul (siz) şahıslar için kullanılan zamirler tercih edilir. Hatta bunlar kullanılmadığında saygısızlık olarak kabul edilir. Örneğin “bana sen diyemezsiniz siz diyeceksiniz” sıkça tartışmalarda duyduğumuz cümledir. Yeni tanıdığımız birine “nasılsın” yerine “nasılsınız” deme mecburiyeti zihnimizde yer etmiştir. Siz sözü genelde çoğul olarak kullanılır. Fakat kişi kendini tekil muhatabını da çoğul olarak sanki birden fazla kişi imiş diye kullandığında direkt arasında bir mesafe ile derecelendirmiş olmaktadır ve o kişiyi yüceltmektedir. Sadece zamirler ile de saygı ifadelerini formülize edemeyiz. Zira bu, şu, o ifadeleri de zamirdir. Birinden bahsederken “bu adam” dediğimizde bazen hakaret olarak da algılanabilir. Sadece isimleri ile hitap etmek de makbul karşılanmamaktadır. Oysa doğumda ve ya öncesinden anne baba yahut dede ve nenenin doğacak çocuğa isim koymak için gösterdiği hassasiyeti ve emeği düşünecek olursak bir de ismimizden memnun isek ismimizin söylenmemesi biraz saygıya muhalefet olmuyor mu? Örneğin sevilen bir kişiden bahsedilirken isminin ya başına ya da sonuna muhakkak bir saygı ifadesini kulaklar arıyor aksi halde büyük bir saygısızlık ifadesi yaşanmış olabilir ki bazen krize de sebep olabiliyor. Şayet kişinin bir unvanı varsa kesinlikle mesela “Profesör Ahmet Ayyıldız” diyerek çağrılır. Oysa kişinin unvanı yerinde ve görevinde kullanılır. Bir Profesör sadece okulda profesördür restoranda kendisine bu unvanla seslenmemiz biraz ilginç gelebilir. Eğer unvanı yoksa ya “Sayın Ahmet Ayyıldız” diyerek ya da “Ahmet Ayyıldız bey” şeklinde kullanıldığında kişinin de gururu okşanacak ve “ne güzel bu ortamda herkes bana saygı duyuyor” diyerek kürsüye ya övünerek ya da utanarak gidecektir. Türklerde isim çok önemlidir “isme çekmek” ve “ismi hak etmek” bu toplumda yaygın benimsenen düşüncelerdir. Burada birinden bahsederken ya da birine seslenirken isimlerinin arkasına “bey” ya da “hanım” ifadelerine karşı olduğum düşünülmesin. Sadece kişiye ait olan ve kişi için özel olan ismin yerine başka sözler tevdi olmasın. Ben öğretimlerimde ve eğitimlerimde ismimi kullanamadan sadece hocam demelerine asla izin vermiyorum. Eğer yaşları benden çok küçük ise ismimim peşine abi demelerini yaşıtlarımın ya da benden büyüklerin sadece ismim ile hitap etmelerini istiyorum. Çünkü isim doğduğu andan itibaren hatta daha öncesinden onunla beraberdir. Kişi ismini sever, çünkü o isim kişiye özeldir fakat o sıfat onun değildir. Burada bir noktayı ifade etmem de yarar var. Unvanlar, akrabalık ve aile içi ifadeler bu konudan biraz farklı değerlendiriyorum. Çünkü babanızın babasına dede yahut annenizin erkek kardeşine dayı demenizin durumu farklıdır. Çünkü bir dede ve dayının belli bir sayıda torunu yahut yeğeni olur. Fakat isminizi kaldırıp örneğin hocam ifadesini herkes tarafından duyabilirsiniz. Peki, bu ifadelerin kullanılmasında sakınca mı var ki bunun altını çiziyorum. Tabii ki sakınca yok fakat mecburiyet ve baskı bizi biçime götürmektedir.


Birine karşı saygı önce içerden olmalı saygı ile ilgili nasihat ve eğitim verenler genelde bence şu hataya düşmektedirler “şu şekilde konuşulur” “şu şekilde lafa girilir” gibi kalıplar ile yaklaşım gösteriyorlar. Oysa saygı dinleme ile başlar konuşma ile değil. Nasıl konuşulacağı değil nasıl dinlenileceği ve kendi aramızda değilken hakkında arkasından kendisinin rahatsız olabileceği söz ve davranışlardan nasıl sakınılacağı öğretilmeden sadece konuşmaya odaklandığımızda kalıcı hasarlar oluşabiliyor. Cümle içinde “hocam” “sayın” “hanımefendi” “beyefendi” “zatıâliniz” sözcükleri havada uçuşurken köprüyü geçen arsız misali tavrımız ve nezaketimiz de köprüde kalabiliyor. Bir süre sonra ifadeler dilimize de sahte gelmeye başlıyor hatta dile pelesenk oluyor. Bir süre sonra duygularımız da sahte bir resim olarak yüzümüze düşebilir. Saygıyı ve terbiyeyi kelimelere hapsetmeyelim. Davranışlarımız ve duygularımız kendine uygun bir kelimeyi bulacaktır ki çoğu zaman ihtiyaç dahi duymayacaktır. Tıpkı hiç ilgilenmesek ve cevabını beklemesek de “nasılsın” demek gibi. Bazen cevabını tam iştahla tam verecek iken soru soranın yüzü başka tarafa çevrilmiştir bile. Saygıyı önce gönlümüzde ekmez isek saygı göstereceğimiz kişinin sadece yüzü ile ilgileniriz onun olmadığı yerlerde dediklerini ciddiye bile almayız. Bu ifade aslında bazı iman etmiş Müslümanlara ironik bir taş atma olarak gelebilir kastım o olmasa da faydalı bir yere gidecek ise onlar da üzerine alınabilir zira Allah’a sadece ezan okunduğunda ve camide saygı gösterip ve sözlerini tutarsak bunun da düşünülmesi ayrıca gerekecektir. Bir patrona gösterilecek en büyük saygı işine ihanet edilmemesi ve görevlerini yerine getirilmesidir. Bunların aksini yapacak birinin hürmet sözcükleri ile cümleler kurması sadece muhatabın nefsini okşar. Saygı bekler iken aslında biraz düşünmemiz gerekmiyor mu? Biri bize “sen” dese ya da direkt ismimizi söylese ne olur? Şayet içinde su-i zan ya da haset besliyorsa kişinin kurduğu cümleler de bir süre sonra kirlenecektir. Yeni tanıştığınız biri size “bana sadece ismimle hitap edemezsin saygılı ol lütfen” dediğinde sizi zor bir duruma sokarak baskılamış olmuyor mu? Bu davranış biçimleri kötü niyetleri insanlara da birer anahtar uzatmak değil midir? “Şayet bu şekilde davranırsan muhatap alırım” ya da “güven duyarım”. Bu ifadeler imtihan sırasında cevapları vermeye benzer. Oysa bizler hislerimiz ve davranışlar ile de karşımızdaki hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Beyanda kişi kandırılmaya karşı çok savunmasızdır.

Talim ve terbiyeyi yeterince görmemiş bir bireyin sadece sınav atlatarak geçirdiği zaman ile ancak biçimsel bir saygı ve desinler için bir hürmetten söz edebiliriz. Her şey ölçüsünde güzeldir ve oranı ile ilaçtır. Öğrenilen bilgiler ve duyulan nasihatler terbiye edilmemiş ise mütevazı olmak iyidir diye abartılır ve yer yersiz kullanılır. Ama şu da bir gerçektir ki haddinden fazla tevazu iki kere kibirlenmektir.

Comments


Commenting on this post isn't available anymore. Contact the site owner for more info.

©2021 tüm yazılar Ömer Yıldırım'a aittir. İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanmayınız.

bottom of page